mustafa kemal atatürk

mengene
Nazım beratlı'dan gelsin.

Ben bir Mustafa Kemal hayranıyım!

Bir gün Ankara'da ilk meclisin kapısının önünden geçiyordum. Şeytan dürttü, içeri girdim… O günden beri, Mustafa Kemal hayranıyım. Ama hangi Mustafa Kemal?

O marangoz rendesi bile görmemiş kürsüde, o konuşmaları yapacak aklın sahibi! O yırtık yer halılı küçücük odada, o tahta iskemlede, filintası yanındaki duvara dayalı, eski yazı masasının başında o büyük kararları veren Mustafa Kemal!

Ben, Mustafa Kemal'e hayranım evet…

Ankara'daki karargâhta, çaya şeker de katabilmek için, Sivas'ta Halil Paşa'dan şahsen beş bin lira borç alan ve sonra santimine kadar ödeyen Mustafa Kemal'e, ben hayranım…

Öğrenciliğinde tatil günleri ziyarete gittiği, Ali Fuat'ın Kuzguncuk'taki evinde dadıya, karşıdaki Dolmabahçe Sarayı'nı gösterip gösterip; “İyi bak, orayı en sonunda ben müze yapacağım!” deyip, zavallı dadının bir ömür boyu evde “Vallahi de yaptı, billahi de yaptı” demesine neden olan Mustafa Kemal'e… Sıra arkadaşı Ali Fuat'ın hatıralarında anlattığı gibi, daha ortaokulda bir gün imparatorluğun akibeti ile ilgili bir kompozisyon yazması istendiğinde, “Çağ imparatorluk devri değildir. Bu imparatorluğu dağıtıp, bir ulus devlet kurmalıyız” yazıp, az kalsın askeri okuldan tardedilecek olan, o Selânikli çocuğa hayranım ben...

İstanbul'daki sevgilisi Corinne Hanıma, Çanakkale cephesinden yazdığı mektupta, “Corinne, bu savaşta ölürsem, beni unutma” diyen adama…

Sofya'da aşkının dillere destan olduğu sevgilisi Miti Koraçeva'nın, onun ölümünden yıllar sonra, kendisinin öleceği günün sabahında, kız kardeşine “Svetlena, dün gece rüyamda Kemal'i gördüm” dedirtebilen o adama, ben hayranım…

Başkumandanlık Meydan Savaşı'nın akşamı, savaş meydanını gezerken, yerde yatan Yunan askeri ölülerine bakıp, “Zavallı yavrucaklar… Sizi buraya kim gönderdi? Analarınıza bunun hesabını kim verecek?” diyebilen o generale, hayranım ben…

İzmir'e girer girmez, zamanın en ünlü oteli Kramer Palas'a gidip, garsondan bir duble rakı isteyen, tahta bir masayı pencere kenarına atıp, bir tutam beyaz leblebi ile rakısını içerken, garsona:

- Kral Konstantin İzmir'e geldiğinde, otelinize gelmiş miydi?

* Evet paşam…

- Peki, böyle pencere kenarına oturup, körfeze bakarak bir tutam beyaz leblebi ile bir yudum rakı da içmiş miydi?

* Hayır paşam…

- Peki, keşke sorsaydınız, İzmir Körfezi'ne bakarak, bir yudum rakı içmenin zevkini bilmeyen adam, İzmir'i alıp da ne yapacakmış? Diyen o adama, ben hayranım…

1924 Anayasası'nı yazarken, bir gece Çankaya'daki odasının penceresindeki perde, rüzgârla sallanınca, tabancasını çeken ve balkona yürüyen o adama, hayranım…

Neyzen Tevfik, Yenicamii'nin avlusunda, köpeklere sarılır, onlarla uyurmuş. Bir gece Atatürk demiş ki;

- Çağırın şunu da hem ney çalsın, sohbet edelim, hem de içelim…

Polis bunu köpeklerin koynundan alıp Florya köşkünde, cumhurbaşkanının sofrasına oturtmuş. Birkaç tek atmışlar. Atatürk, sormuş:

- Zaman nasıl da değişti Neyzen, görüyor musun?

Neyzen deli bir herif:

- Ne değişti paşa? Demiş. Hamam aynı, tellâklar değişti…

Atatürk çok sinirlenmiş:

- Defollll… diye, bağırmış gözüm seni görmesin…

Neyzen korkusundan fırlamış, bir koşuda ta Yenicami'ye gelip, köpeklerin koynuna girmiş, uyuyacak ama titremekten uyuyamıyor. Öte yandan da Atatürk:

- Gidin bu herifi getirin tekrar, demiş…

Neyzen gene karşısına getirilince:

- Hiç mi bir şey değişmedi be? Demiş…

Neyzen, korkudan titriyor:

- Değişti paşam, demiş… Eskiden sormadan asarlardı, şimdi zat-ı devletlileru, önce sorup, sonra asıyorsunuz…

Atatürk'ü almış bir gülme:

- Otur ulan karşıma, sabaha kadar hem çal, hem içelim…

Ben bu adama hayranım! Sizin de anlamanızı tavsiye ederim…

jodorowsky beyni
tam tamına 83 yıl geçmiş. siyasi erk tarafından korunan dogmatik fikirlere kendini esir etmiş bir grup tarafından sürekli kötüleniyor. Yalnızca yobazlar tarafından değil bağnaz sol tarafından da sevilmiyor. hayatını adadığı Türkiye için yaptıklarının hala anlaşılmamasını görmek oldukça üzücü.

sanıyorum dünyada sadece Kıbrıs'ta her yaştan, solcusundan sağcısına her kesimden kendisini anlayan, saygı gösteren insanlar var.
nowayout
“29 Ekim 1923 akşamı geç saatlerde evimizin kapısı çalınmış ve babamıza bir telgraf verilmişti. Telgrafta, Atatürk'ün Cumhuriyeti ilan ettiği belirtiliyordu. Sevinçten sabaha kadar uyuyamadık ve ertesi gün okulda yapacaklarımızı planladık. Okula gidince ilk işimiz öğrencilerimize müjdeyi vermek oldu. Bugünden itibaren derslere başlamadan önce Atatürk resminin öğrenciler tarafından tahtaya çizilmesi ve hep beraber 'Yaşasın Gazi Mustafa Kemal' sözünü söylemek prensibimiz olmuştu.

İngiliz yetkililer yaptıklarımızı haber alınca sık sık okullara giderek ders saatlerinde sınıflara baskın düzenlerdi. Atatürk'ün resmini gördükleri zaman bizi sürgün tehditleriyle korkutmaya çalışırlardı. Fakat biz bu tehditlerden korkmadık ve her gün gizlice Atatürk resimlerinin çizilmesine, şiirler okumaya devam ettik.

Atatürk'ün zafer kazandığı günler olsun, Cumhuriyeti ilan ettiği ve daha sonraki devrim hareketlerinde öğretmen olarak bizler üzerimize düşen görevleri korkusuzca yerine getirirken, öğrencilerimiz de daima Anavatanlarına ve Atalarına karşı büyük heyecan duymuşlar, anlattıklarımızı ilgiyle izlemişlerdir. Sık sık sordukları bir soru da, 'Atatürk buraya da gelecek mi?' sorusuydu. Biz de cevaplıyorduk: 'Atatürk'ü göremesek de, sesini duyamasak da o her zaman bizim kalbimizde olacaktır.”

Kıbrıslı Türk Öğretmenler Melahat, Hıfsiye ve Kadriye Hacıbulgur kardeşler.
goncoloz
Kıbrıs Türk halk kültüründe yer alan ve derlenmiş olan sözlü rivayetler arasında Gazi Mustafa Kemâl'in 1911 Trablusgarp Savaşına giderken gizlice Kıbrıs'a Gazimağusa limanına uğraması vardır. Bu konuda Oğuz Yorgancıoğlu 1970 yılında yaptığı bir derleme esnasında sorduğu soru ve Blâdanlı Hakkı Mulla Osman'ın cevabı şöyledir:
“Daha başkalarından o senelerde Mustafa Kemâl'in Trablus'a geçerken Mağusa'ya uğradığını duymuştum. Onu sordum:
— O senelerde Mustafa Kemâl Mağusa'ya gelmiş, vapur geçerken inip bir gece galmış diyorlar. Bu hususta bir şey duydun mu ?
— İşte o esirlerin tünel kazdıkları zamandaydı. (Çanakkale'de esir edilip Mağusa Karakol kampında muhafaza edilen Türk savaş esirleri kamptaki cephaneliği ele geçirip isyan etmek için tünel kazarlar hedeflerine ulaşmak üzereyken durum ortaya çıkar yakalanırlar). Hatta dediler ki Mustafa Kemâl'in geldiğini duyunca kampta isyan etmişler.
ad victoriam
atatürk'e uzun yıllar çankaya köşkünde hizmet etmiş olan kıbrıs'lı saffet engin (arın engin), hatay'ın türkiye'ye katıldığı günlerde kıbrıs'ın geleceği konusunda soru sorma cesaretinde bulunca, atatürk “ onun da sırası gelecek Saffet Bey” şeklinde cevap vermiştir.
mengene
kıbrıslı ünlü doktor ve yazar derviş manizade kıbrıs 'dün bugün yarın' isimli eserinde güneyde askeri bir tatbikatı izleyen atatürk'ün etrafında bulunan subaylara ”türkiye'nin yeniden işgal edildiğini ve türk kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim, ikmal yollarımız ve imkânlarımız nelerdir?” sorusunu sorduğunu belirtmektedir.

atatürk, subayların görüş ve önerilerini sabırla dinledikten sonra, elini haritaya uzatmış ve kıbrıs'ı işaret ederek, “ efendiler, kıbrıs düşmanın elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. kıbrıs'a dikkat ediniz. bu ada bizim için önemlidir…” demiştir.
ad victoriam
"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir." demiş büyük ata. işte bu sözü en iyi anlatan olay Lefkoşa'da yaşanır.

30 ağustos 1922'deki büyük zafer haberi Kıbrıs'a ulaşır. Kıbrıslı Türkler büyük heyecan yaşar. hele 9 eylül günü, İzmir'in kurtuluşu duyulur duyulmaz Lefkoşa'da büyük bir miting yapılır. zafer kutlanır. Mustafa Kemal'e kutlama mesajları gönderilir.

dönemin İngiliz valisi Kıbrıslı Türklerin kutlama yapmasına bozulur: "Türkiye'de halk zafer sevinci ile coşuyor ve şenlikler düzenliyor. buna bir diyeceğimiz yok. fakat sizlere ne oluyor? Mustafa Kemal'in ne yüzünü gördünüz, ne de sesini duydunuz. buna rağmen sokaklara dökülüp, o'nun zaferlerini kutluyorsunuz! hayret doğrusu!"

alasya
kıbrıs türk toplumunun her 10 kasım'da hüzünlendiği, her 23 nisan'da çocuklar gibi sevindiği, her 19 mayıs'da gençleştiği, ilkelerini ve hedeflerini benimsediği türkiye cumhuriyeti kurucusu. ulu önder.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol