confessions

tapba lamarina

1. nesil Yazar - Yazar -

  1. toplam entry 208
  2. takipçi 6
  3. puan 6060

guduru

tapba lamarina
büyük usta erdinç gündüz'ün guduru başlıklı yazısı;

'Gelişigüzel' demektir 'guduru'. Sözlüklere bakmadım. Gerek de duymadım. Beni ilgilendiren biz Kıbrıslıların bu sözcüğü 'gelişigüzel' anlamında kullanmakta olmasıydı. “Nerden çıktı şimdi bu ?” demeyin... Günümüzü, yaşadıklarımızı bir düşünün, değerlendirin. İsterseniz geçmişe de bir yolculuk yapın. Hayatımızı hep etkileyen 'guduruculuğu' derinlemesine irdeleyin birazcık.
Yıllardır ama yıllardır, bir 'yolda' yürüyoruz ama ne zaman nereye gideceğimizi, çatal yola geldiğimizde, sağa mı sola mı sapacağımızı bilemiyoruz. 'Guduru' bir yolculuktayız yani anlayacağınız...Hayattayız, yaşıyoruz... Sonunda nereye varacağımızı bilemeden 'guduru' bir yaşayış işte...Siyasilerimizin de çoğu, bizim gibi, gözleri kapalı gidiyorlar... 'Guduru'... Seçmenlerimiz? Ha keza...Siyasi yaşamımız 'guduru'... Siyasi görüşlerimiz 'guduru'... Devletimiz 'guduru'... Yönetimimiz 'guduru'...Trafiğimizde herşey 'guduru'... Hastanelerimizde işler 'guduru'... Eğitim sistemimizdeki gidiş 'guduru'...Söylemlerimiz de eleştirilerimiz de 'guduru'... Tepkilerimiz, ha keza, 'guduru'...Bırakın 5-10 yıl sonrayı, yarın'la ilgili planlarımız, projelerimiz, 'guduru'...Geçmişle ilgili bilgilerimiz 'guduru'... Bugünle ilgili olanlar 'guduru'....Geçmişimiz 'guduru' ... Bugün'ümüz 'guduru' ... Yarınımız 'guduru'...Velhasıl...Guduru yaşıyoruz, guduru...

kutlu adalı

tapba lamarina
Türkiye derin devleti, Kıbrıs'ı kumarhane adası, kara para aklama merkezi, uyuşturucu ticaretinin güzergahı, kadın ticaretinin ve bahis organizasyonlarının odak noktasına döndürülmekle kalmadı; köy köy bu toprakları ve insanını bilen yüreği de kendi gibi temiz aydınımızı kirli emellerine kurban etti.

mehmet ertuğ

tapba lamarina
14 Mart 1939 tarihinde Yiğitler (Arçoz) köyünde doğdu. önce yiğitler İlkokulu'nda ilkokulun son yılını ise Lefkoşa Haydarpaşa İlkokulu'nda tamamladı.
lefkoşa türk lisesi'nde ortaokul ve liseyi yatılı olarak bitirdi. bir süre güzelyurt omorfo öğretmen koleji'ndeki öğrenim hayatına daha sonra lefkoşa'da devam etti.
lefkoşa'ya taşındığı zaman ada İngiliz egemenliğinde olduğu için rum öğrencilerle birlikte eğitim alır. rum öğrencilerin bir sabah öğretmen okulu binasına
yunan bayrağını çektiklerini görünce arkadaşlarıyla birlikte yunan bayrağının yanına bir Türk bayrağı çekmek isterler. okul yönetimine de türk bayrağını dalgalandırmazlarsa
okula devam edemeyeceklerini söylerler. okulun o dönemki İngiliz müdürü de bu sorunu ortadan kaldıramadığı için mehmet ertuğ'da diğer türk öğrenciler gibi köyüne geri döner.
iki yıl öğretmen kolejinde öğrenim gördükten sonra mehmet ertuğ burslu olarak gazi eğitim enstitüsü, türkçe –edebiyat bölümüne girdi. öğrenimini bitirdikten sonra kıbrıs'a döndü.
Namık Kemal lisesi'nde öğretmenlik yaptı.
mehmet ertuğ'un karagöz oynuna ilgisi çocukluğunda yiğitler köyüne gelen karagözcü mulla hasan'ı izlemesi ile başlar. mulla hasan'dan etkilenen ertuğ, gölge sanatına ilgisini
namık kemal lisesi'nde öğretmenlik yaptığı sıralarda da devam eder.
CEMALİYE KARADAYI NUMAN'ın KIBRIS TÜRK KÜLTÜRÜNDE GÖLGE OYUNU VE MEHMET ERTUĞ yüksek lisans tezinde ertuğ'un gölge oyununa başlaması şöyle anlatılır:
' ertuğ bizlere ilk Karagöz oynattığı anları ve hazırlıkları şöyle anlamıştır: okul müdürü türkiyeli necati bey beni bir gün çağırdı ve gel mehmet dedi. size bir şey soracağım.
- buyurun hocam, dedim.
- sen, dedi duyduğuma göre karagöz oynatıyor muşsun?
- aman dedim şimdi, nereden duydu? bir de şu vardır, o sırada karagöz oynatmak ve yahut karagözlük etmek pek hoş karşılanmazdı. Ama Necati Bey o kafada biri değildi.
- söyle söyle, dedi. çekinme...
- dedim hocam ben taklitler yaparım ne perdem var ne de kuklalarım...Sene 1962.
- ben anlamam. mademki taklitlerini yapıyorsun, sen bunu öğrencilere canlı olarak yaptıracaksın. Ben hiçbir masraftan kaçınmayacağım. sanat enstitüsünde aslına uygun
bir şekilde kılık-kıyafetini yaptıracağım. sen de çocuklarla hazırlan.
öyle oldu. namık Kemal Lisesi'nin önünde bir gattoro (platform) vardı. aşağıda da oturma yerleri. sandalye koyunca tam bir tiyatro gibi olurdu.
orada bir gece bir oyun koyduk sahneye. öok beğenildi. öok çok beğenildi. bu beni cesaretlendirdi tabii...
bunun arkasından dışarıda ilk defa kristal bar vardı boğaz'da, boğazköy şimdiki adı. boğaz'da orayı bir ara bir arkadaş hüseyin kanatlı, dergahtıda gayet ünlü.
o davet etti beni. orda kurduk perdeyi. orda oynattım. arkasından duydu fikret demirağ, sınıf arkadaşımdı. o durumu biliyordu. yaşar ersoy 'la konuştuk.
yaşar ersoy da tiyatrocudur biliyorsunuz. o zaman neptün diye bir yer vardı. lefkoşa'nın içinde, açık hava tiyatrosu. orada her sene geceler düzenlenirdi çocuklara...
eğlenceli geceler... orada oynatmamı rica etti... kurdum perdeyi ve orda da birkaç yıl oynattım. arkasından duyan geldi ve festivallerde olsun, kültür gecelerinde olsun,
oyun oynatmaya devam ettim."
mehmet ertuğ, büyük Han'ın restore edilmesiyle de oradaki elli-altmış kişilik büyük bir odayı uzun tartışmalardan sonra almış ve oyunlarını orada oynatmaya devam etmiştir.
Bazı günler beş okula birden oyun sergilediği olurdu. Bunun sonucunda da ses telleri zarar görmüştür. önemli bir ameliyat geçirmiştir. ses tellerinin önemli bir bölümü alınmıştır.
" en sonunda büyük Han restore edildi ve orada bir yer istedim. büyük odası vardı. taş odası. böyle elli-altmış kişi alan bir yerdi.
çok tartışmalar oldu, verilsin mi verilmesin mi?
bizde çünkü biraz karagözlük ile garagözcülük karıştırılır. fakat en sonunda bana ayrıldı. orayı bir güzel düzenledim. hasır sandalyeler hazırlattım. aslına uygun bir şekilde
oraya eski karagöz suretlerinin, suret denir biliyorsunuz, resimlerini de asarak, orada gösterilere başladım. okullar çok gelmeye başladı. günde beş okula oynattığım oldu.
ondan sesi kaybettik ya..'

kutlu adalı

tapba lamarina
kutlu adalı'nın 4 Temmuz 1996 tarihinde yenidüzen gazetesi'nde "mavi kıbrıs notları" köşesinde yayınlanan son yazısı:

sopa ve sıpa
"Anavatan-Yavruvatan" politikasından vazgeçmeliyiz. Bu politikanın ruhunda acındırma vardır, acizlik vardır, sızlanma vardır, dilenme vardır, tembellik vardır, kolaycılık vardır, hazırlopçuluk vardır. Ananın memesindeki sütü, emme basma, tulumba gibi emerek sömürme vardır, muhtaçlık vardır, boyun eğme vardır, şamar vardır, tokat vardır, tekme vardır, baskı vardır, sopa vardır, ama kişilik, kimlik, gurur, onur yoktur.

İnsan Anavatan-Yavruvatan politikasına yattı mı politika, siyaset üretemez, kültürü de yok olur, toplumsal yapısı da, kendine özgü yasaları, kuralları, tüzükleri giderek yok olur, Anavatan hukukuna teslim olur. Köylüsünden askerine, manavından memuruna, öğrencisinden öğretmenine, polisinden aşçısına, bakkalından bankacısına, makinistinden işçisine, hacısından hocasına gazetecisinden gazetesine, adi suçlusundan mali suçlusuna devletin yapısı değişir.

Devlet dediğin kuruluşun başı dik olur. Siyasal ve bağımsız erk sahibi olan halkı, nüfusu, başkanı, hükümeti, meclisi, kurum ve kuruluşları olur. Dış denetlemelere, baskılara, dayatmalara bağlı olmaz. Devlet Başkanı, kendi devletini temsil eder. Devlet Adamı, kendi yönetimi altında örgütlenmiş halkına karşı sorumluluk duyar. Ülkesinin değerlerini koruru, üretimini başkalarına teslim etmez, tüketici durumuna düşürmez. İnsanını yoksullaştırmaz, göçe zorlamaz, nüfusunu eritmez, gelen Türk, giden Türk demez. Halkına değer verir, halkına saygı duyar halkını yüceltmeye çalışır, ezdirmek için politika üretip koltuk işgal etmez. Bir devlet Başkanı, bir Devlet Adamı Anavatan-Yavruvatan politikasına yattı mı, elini de kaybeder kolunu da.

Çok sürmez boynunu da kaybeder, ne devleti kalır, ne cemaati, ülkesini kaymakamlar, valiler yönetir, han kapısına dönmüş yavruvatanın her köşesinden Ahlar Vahlar baykuş sesi gibi acı acı yükselir.

Anavatan-Yavruvatan politikası, gelen Türk giden Türk, ölen Türk, öldüren Türk politikasını doğurmuştur. Bu politikanın altında ezilen halk sesini çıkaramaz, özgürlüğünü, bağımsızlığını, kimliğini, kişiliğini göremez olmuştur. Şairler bile Anavatan edebiyatı içinde eriyip gitme zaafına düşmüşlerdir. Dikkat edilirse "Ah, vah" sesleri hep adi suçlar, hırsızlıklar, soygunlar, kaçakcılıklar, tecavüzler, cinayetler arttıkca yükseliyor. Devlet yok olmuş, nüfus eriyip gitmiş, değişime uğramış kimse ağzını açıp "Ah–vah" etmiyor. Bir hırsızlık, bir tecavüz, bir soygun, bir cinayet olayı karşısında çıkartılan "Ah-Vah!" seslerinin güncel olaylara tepki niteliği dışında bir etkisi olamaz. Bu adi olaylar karşısında "Ah,Vah" çekeceğimize kişiliğimize, kimliğimize, özgürlüğümüze sahip çıkmalıyız.

Geçtiğimiz hafta "Anavatan-Yavruvatan, gelen Türk giden Türk" politikasıyla uyutulmuş, maaşa ve yardımlara bağlanmış halktan yine "Ah-Vah!" sesleri yükseldi. Kimin nasırına basıldı, kim öldürüldü, kaç bıçak darbesi yedi, diye günlük toplumsal dedikodu altında merağımızı gidermeye çalışırken, bir de ne görelim bir şehit kızını kaçırmışlar, tecavüz edip kaçmışlar. Herkes işini gücünü bıraktı "F" adlı şehit kızının Filiz mi, Fidanı mı, Feride mi, Meriha mı, Fatma mı, Fatoş mu, Firdevs mi olduğunu öğrenmeye koyuldu. Herkesin merağı nasıl oldu, kim yaptı, nasıl yaptı?

- Böyle şey olur mu?
- Olur, daha da olacak!
- Böyle şey yapılır mı?
- Yapılır, daha da beteri yapılacak!

Eğer kimliği, kişiliği, her şeyi elinden alınmış bir toplum durumuna düşmüşsek ve hiçbir tepki gösterememişsek, vatansever solcuları, aydınları, yazarları, öğretmenleri, sendika yöneticilerini, işçileri hain gözlerle görmüşsek, seçimlerde oyumuzu yanlış politikacılara vermişsek, başımıza her şey gelecektir. Boyun eğdiğimiz, sindiğimiz sürece eriyip yok olmamız açınılmazdır. "Anavatan-Yavruvatan" söyleminin cazibesine pek kapılmayınız.

Yavru elden gitmiştir, ortada artık Ana vardır.

Ana bu, döver de, sever de!

Şehit kızına tecavüz edenlere, çok şükür henüz nesli tükenmemiş olan Yargıç ne demiş:

"KKTC Dingo'nun Hanı değildir...

Sizin yüzünüzden bu toplum rüyasında bile görmediği suçları ve çirkinlikleri görmeye başladı..."

Gerçek şu ki, malesef KKTC Dingo'nun Hanından daha beterdir.

Bu handa A'dan Z'ye her şey değişmiştir. Değişmeyen saf kalan yalnız yargıçlardır, savcılardır, avukatlardır. Çok yakın gelecekte onlarda Anavatanlaştırılacaklardır. Ve böyle gerçeği dile getiren İlker Sertbay gibi nesli nadir bulunan yargıçların yerini "Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin" diyen yargıçlar olacaktır.
11 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol