Katledilişinin üzerinden 26 yıl geçen vatansever kıbrıslı gazeteci.
kutlu adalı
bu memleket bizim platformu kutlu adalı'nın 25. ölüm yıldönümü programını açıkladı. buna göre 6 temmuz salı günü 09.30'da adalı mezarı başında anılacak. saat 11:30'da polis genel müdürlüğü önünde basın açıklaması yapılacak. saat 19:00'da lefkoşa türk belediyesi önünde eylem yapılacak. aydınlık yarınlar için bir arada olacağız.
Türkiye derin devleti, Kıbrıs'ı kumarhane adası, kara para aklama merkezi, uyuşturucu ticaretinin güzergahı, kadın ticaretinin ve bahis organizasyonlarının odak noktasına döndürülmekle kalmadı; köy köy bu toprakları ve insanını bilen yüreği de kendi gibi temiz aydınımızı kirli emellerine kurban etti.
Hakkında kutlu adalı cinayeti nedeniyle soruşturma açılan organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in kardeşi Atilla Peker müracaat savcılığına verdiği ve kamuoyuna imzasız nüshanın yansıdığı dilekçede, gazeteci Kutlu Adalı'yı öldürmek için eski MİT'çi Korkut Eken'le Kıbrıs'a gittiklerini itiraf etti. Atilla Peker, Eken'in kendisine silah verdiğini ve susturucunun nasıl kullanıldığı öğrettiğini belirtti. Peker, Eken'in İstanbul'da gerçekleşen daha sonraki görüşmede kendisine, "Atilla biz Kıbrıs işini hallettik biliyor musun' dediğini aktardı.
Atilla Peker, "Cumhuriyet Başsavcılığınızca yürütülmekte olan soruşturma kapsamında toplumda Reis Sedat Peker'in 7. videosu olarak bilinen videodaki anlatımlarında adı geçen adını ve mesleğini sonradan öğrendiğim Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı'nın öldürülmesine ilişkin bildiklerimi ve yaşadıklarımı sayın makamınıza arz etmek için bu dilekçeyi yazmak zorunlu olmuştur. Kardeşim Reis Sedat Peker beni 1996 yılı mart ya da nisan ayında aradı. Ankara Sheraton Otel'e gelmemi istedi. Ben de isteğine uyarak bulunduğu yere gittim. Orada Korkut Eken ile kendisinin bulunduğu ortamda Kıbrıs'a Korkut Eken ile birlikte gitmem gerektiğini polis ve askerlerimizi şehit eden terörist kişilerin bulunduğunu ve bu kişilerin öldürülmesi gerektiğini söylediler." ifadesini kullandı.
"Korkut Eken bana “JERIKO”bir silah verdi"
Peker şu ifadeleri kullandı:
Ertesi gün ben Korkut Eken ile THY'nin tarifeli uçağı ile Kıbrıs'a gitmek üzere kontrol yapılmadan uçağa doğru geçerken önce memurlara cebinden çıkardığı birkaç kimlik arasından seçerek Mustafa kimliği gösterdi ve kendini kaydettirdi. Korkut Eken bana “JERIKO”bir silah verdi ve belimde silah olmak suretiyle uçağa bindik.
Kıbrıs'a indik, ismini hatırlamadığım bir otele yerleştik sonra aynı gün Kıbrıs'ta Sivil Savunma Daire Başkanlığı'na gittik. Orada Kurmay Albay Galip Mendi ile tanıştım, yardımcısı Enver Tosun yarbay ile tanıştım. Sonrasında yan odada Korkut Eken “Uzi” marka bir silahı bana verdi, bu silahın nasıl kullanılacağını ve susturucunun nasıl sökülüp takılacağını bana öğretti.
Bir sonraki gün beyaz Reno Toros marka araçla Kutlu Adalı isimli şahsın akşam hava karardıktan sonra evinin çevresinde keşif yaptık. Hatırladığım kadarıyla evi yola yakın bahçeli bir evdi. Önünde ufak bir bahçesi vardı. Şahsın evinde kalabalık dört beş kişilik bir kalabalık olduğunu farkettik bu nedenle içeri girmedik, o esnada benim belimde Jeriko silah ve elimde susturuculu Uzi marka silah vardı.
"Birkaç defa keşifte bulunduk"
Ertesi gün tekrar geldik, gündüzleri de evinin etrafında birkaç sefer keşifte bulunduk, yine evden çok sesler geliyordu; bunun üzerine Korkut komutan bana dedi ki 'Üç kişi de olsa bunların hepsi PKK'lıdır. PKK'lı ile dost olan da PKK'lıdır, hepsini öldürmende bir mahsur olmaz' dedi.
"Eken, Adalı'nın aracının durdurularak bize teslim edilmesinin sağlanmasını istedi"
Üçüncü gün bır piyade Alay Komutanı'nın makamına gittik, ismini hatırlamadığım Alay Komutanı'ndan Korkut Eken' in talebi Kutlu Adalı isimli şahsın aracının güvendiği iki rütbeli tarafından durdurularak bize teslim şahsın teslim edilmesinin sağlanmasını istedi.
"Türkiye'ye geri döndük, ancak Korkut Komutan bana 'Atilla buraya geleceğiz' dedi."
Bir iki saat sonra şahsın durdurulduğu haberi geldiğinde biz de hızlı adımlarla Alay Komutanlığı binasından çıktık. Şahsın yanında 15 yaşlarında bir çocuk vardı, kişi alayın içine sokulmuş olduğunu etrafının da askerlerce sarılmış olduğunu görünce tekrar Alay Komutanı'nın makamına geri döndük; orada alay komutanını azarladı, 'Ben sana böyle mi söyledim' dedi. Sivil Savunma Daire Başkanlığı'na geri döndük ve ertesi gün de tekrar Türkiye'ye geri döndük, ancak Korkut Komutan bana 'Atilla buraya geleceğiz' dedi.
"Cezaevinden sivil araçla Silivri Klasis Otel'e bu araçlarla bir gardiyan ve askerlerle gittik"
Sonrasında ben bir yaralama nedeniyle Paşakapısı Cezaevi'nde bulunduğum sırada beni cezaevinde yanımda bulunan cep telefonumdan arayarak kendisinin Klasis Otel'de kaldığını ziyarete geleceğini söyledi; bende abi 'Cumartesi, pazar ziyaret yok. Ben hastaneye çıkacam sizi Klasis'e otele ziyaretinize gelicem' dedim ve o tarihte cezaevinin hastane için ring aracı yoktu. Bu şekilde taksiyle gardiyan ve askerler eşliğinde hastaneye gittim. Hastane çıkışında iki sivil araç gelmesini sağladım ve bulunduğu Silivri Klasis Otel'e bu araçlarla bir gardiyan ve askerlerle gittik.
"Bana hitaben gülerek "Atilla biz Kıbrıs işini hallettik biliyor musun' dedi"
Erlere ve gardiyana lobide oturmalarını söyledim. Korkut komutanın olduğu odaya çıktım, odada Reis Sedat Peker ve birkaç kişinin olduğunu gördüm. Korkut Eken astsubay ve uzman çavuşun alnından öperek 'Atilla' yı getirdiğiniz için teşekkür ederim' dedi. Bana hitaben gülerek "Atilla biz Kıbrıs işini hallettik biliyor musun' dedi . Sonra sabaha doğru cezaevi sayımından önce cezaevine döndüm. Adı geçen şahıslarla her platformda yüzleşmeye de hazırım. Videoda anlatılanlarla ilgim görgüm bundan ibarettir.
https://www.yeniduzen.com/iste-atilla-pekerin-ifadesi-kutlu-adaliyi-oldurmek-icin-korkut-ekenle-kibrisa-gittik-140606h.htm
Atilla Peker, "Cumhuriyet Başsavcılığınızca yürütülmekte olan soruşturma kapsamında toplumda Reis Sedat Peker'in 7. videosu olarak bilinen videodaki anlatımlarında adı geçen adını ve mesleğini sonradan öğrendiğim Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı'nın öldürülmesine ilişkin bildiklerimi ve yaşadıklarımı sayın makamınıza arz etmek için bu dilekçeyi yazmak zorunlu olmuştur. Kardeşim Reis Sedat Peker beni 1996 yılı mart ya da nisan ayında aradı. Ankara Sheraton Otel'e gelmemi istedi. Ben de isteğine uyarak bulunduğu yere gittim. Orada Korkut Eken ile kendisinin bulunduğu ortamda Kıbrıs'a Korkut Eken ile birlikte gitmem gerektiğini polis ve askerlerimizi şehit eden terörist kişilerin bulunduğunu ve bu kişilerin öldürülmesi gerektiğini söylediler." ifadesini kullandı.
"Korkut Eken bana “JERIKO”bir silah verdi"
Peker şu ifadeleri kullandı:
Ertesi gün ben Korkut Eken ile THY'nin tarifeli uçağı ile Kıbrıs'a gitmek üzere kontrol yapılmadan uçağa doğru geçerken önce memurlara cebinden çıkardığı birkaç kimlik arasından seçerek Mustafa kimliği gösterdi ve kendini kaydettirdi. Korkut Eken bana “JERIKO”bir silah verdi ve belimde silah olmak suretiyle uçağa bindik.
Kıbrıs'a indik, ismini hatırlamadığım bir otele yerleştik sonra aynı gün Kıbrıs'ta Sivil Savunma Daire Başkanlığı'na gittik. Orada Kurmay Albay Galip Mendi ile tanıştım, yardımcısı Enver Tosun yarbay ile tanıştım. Sonrasında yan odada Korkut Eken “Uzi” marka bir silahı bana verdi, bu silahın nasıl kullanılacağını ve susturucunun nasıl sökülüp takılacağını bana öğretti.
Bir sonraki gün beyaz Reno Toros marka araçla Kutlu Adalı isimli şahsın akşam hava karardıktan sonra evinin çevresinde keşif yaptık. Hatırladığım kadarıyla evi yola yakın bahçeli bir evdi. Önünde ufak bir bahçesi vardı. Şahsın evinde kalabalık dört beş kişilik bir kalabalık olduğunu farkettik bu nedenle içeri girmedik, o esnada benim belimde Jeriko silah ve elimde susturuculu Uzi marka silah vardı.
"Birkaç defa keşifte bulunduk"
Ertesi gün tekrar geldik, gündüzleri de evinin etrafında birkaç sefer keşifte bulunduk, yine evden çok sesler geliyordu; bunun üzerine Korkut komutan bana dedi ki 'Üç kişi de olsa bunların hepsi PKK'lıdır. PKK'lı ile dost olan da PKK'lıdır, hepsini öldürmende bir mahsur olmaz' dedi.
"Eken, Adalı'nın aracının durdurularak bize teslim edilmesinin sağlanmasını istedi"
Üçüncü gün bır piyade Alay Komutanı'nın makamına gittik, ismini hatırlamadığım Alay Komutanı'ndan Korkut Eken' in talebi Kutlu Adalı isimli şahsın aracının güvendiği iki rütbeli tarafından durdurularak bize teslim şahsın teslim edilmesinin sağlanmasını istedi.
"Türkiye'ye geri döndük, ancak Korkut Komutan bana 'Atilla buraya geleceğiz' dedi."
Bir iki saat sonra şahsın durdurulduğu haberi geldiğinde biz de hızlı adımlarla Alay Komutanlığı binasından çıktık. Şahsın yanında 15 yaşlarında bir çocuk vardı, kişi alayın içine sokulmuş olduğunu etrafının da askerlerce sarılmış olduğunu görünce tekrar Alay Komutanı'nın makamına geri döndük; orada alay komutanını azarladı, 'Ben sana böyle mi söyledim' dedi. Sivil Savunma Daire Başkanlığı'na geri döndük ve ertesi gün de tekrar Türkiye'ye geri döndük, ancak Korkut Komutan bana 'Atilla buraya geleceğiz' dedi.
"Cezaevinden sivil araçla Silivri Klasis Otel'e bu araçlarla bir gardiyan ve askerlerle gittik"
Sonrasında ben bir yaralama nedeniyle Paşakapısı Cezaevi'nde bulunduğum sırada beni cezaevinde yanımda bulunan cep telefonumdan arayarak kendisinin Klasis Otel'de kaldığını ziyarete geleceğini söyledi; bende abi 'Cumartesi, pazar ziyaret yok. Ben hastaneye çıkacam sizi Klasis'e otele ziyaretinize gelicem' dedim ve o tarihte cezaevinin hastane için ring aracı yoktu. Bu şekilde taksiyle gardiyan ve askerler eşliğinde hastaneye gittim. Hastane çıkışında iki sivil araç gelmesini sağladım ve bulunduğu Silivri Klasis Otel'e bu araçlarla bir gardiyan ve askerlerle gittik.
"Bana hitaben gülerek "Atilla biz Kıbrıs işini hallettik biliyor musun' dedi"
Erlere ve gardiyana lobide oturmalarını söyledim. Korkut komutanın olduğu odaya çıktım, odada Reis Sedat Peker ve birkaç kişinin olduğunu gördüm. Korkut Eken astsubay ve uzman çavuşun alnından öperek 'Atilla' yı getirdiğiniz için teşekkür ederim' dedi. Bana hitaben gülerek "Atilla biz Kıbrıs işini hallettik biliyor musun' dedi . Sonra sabaha doğru cezaevi sayımından önce cezaevine döndüm. Adı geçen şahıslarla her platformda yüzleşmeye de hazırım. Videoda anlatılanlarla ilgim görgüm bundan ibarettir.
https://www.yeniduzen.com/iste-atilla-pekerin-ifadesi-kutlu-adaliyi-oldurmek-icin-korkut-ekenle-kibrisa-gittik-140606h.htm
kutlu adalı'nın 4 Temmuz 1996 tarihinde yenidüzen gazetesi'nde "mavi kıbrıs notları" köşesinde yayınlanan son yazısı:
sopa ve sıpa
"Anavatan-Yavruvatan" politikasından vazgeçmeliyiz. Bu politikanın ruhunda acındırma vardır, acizlik vardır, sızlanma vardır, dilenme vardır, tembellik vardır, kolaycılık vardır, hazırlopçuluk vardır. Ananın memesindeki sütü, emme basma, tulumba gibi emerek sömürme vardır, muhtaçlık vardır, boyun eğme vardır, şamar vardır, tokat vardır, tekme vardır, baskı vardır, sopa vardır, ama kişilik, kimlik, gurur, onur yoktur.
İnsan Anavatan-Yavruvatan politikasına yattı mı politika, siyaset üretemez, kültürü de yok olur, toplumsal yapısı da, kendine özgü yasaları, kuralları, tüzükleri giderek yok olur, Anavatan hukukuna teslim olur. Köylüsünden askerine, manavından memuruna, öğrencisinden öğretmenine, polisinden aşçısına, bakkalından bankacısına, makinistinden işçisine, hacısından hocasına gazetecisinden gazetesine, adi suçlusundan mali suçlusuna devletin yapısı değişir.
Devlet dediğin kuruluşun başı dik olur. Siyasal ve bağımsız erk sahibi olan halkı, nüfusu, başkanı, hükümeti, meclisi, kurum ve kuruluşları olur. Dış denetlemelere, baskılara, dayatmalara bağlı olmaz. Devlet Başkanı, kendi devletini temsil eder. Devlet Adamı, kendi yönetimi altında örgütlenmiş halkına karşı sorumluluk duyar. Ülkesinin değerlerini koruru, üretimini başkalarına teslim etmez, tüketici durumuna düşürmez. İnsanını yoksullaştırmaz, göçe zorlamaz, nüfusunu eritmez, gelen Türk, giden Türk demez. Halkına değer verir, halkına saygı duyar halkını yüceltmeye çalışır, ezdirmek için politika üretip koltuk işgal etmez. Bir devlet Başkanı, bir Devlet Adamı Anavatan-Yavruvatan politikasına yattı mı, elini de kaybeder kolunu da.
Çok sürmez boynunu da kaybeder, ne devleti kalır, ne cemaati, ülkesini kaymakamlar, valiler yönetir, han kapısına dönmüş yavruvatanın her köşesinden Ahlar Vahlar baykuş sesi gibi acı acı yükselir.
Anavatan-Yavruvatan politikası, gelen Türk giden Türk, ölen Türk, öldüren Türk politikasını doğurmuştur. Bu politikanın altında ezilen halk sesini çıkaramaz, özgürlüğünü, bağımsızlığını, kimliğini, kişiliğini göremez olmuştur. Şairler bile Anavatan edebiyatı içinde eriyip gitme zaafına düşmüşlerdir. Dikkat edilirse "Ah, vah" sesleri hep adi suçlar, hırsızlıklar, soygunlar, kaçakcılıklar, tecavüzler, cinayetler arttıkca yükseliyor. Devlet yok olmuş, nüfus eriyip gitmiş, değişime uğramış kimse ağzını açıp "Ahvah" etmiyor. Bir hırsızlık, bir tecavüz, bir soygun, bir cinayet olayı karşısında çıkartılan "Ah-Vah!" seslerinin güncel olaylara tepki niteliği dışında bir etkisi olamaz. Bu adi olaylar karşısında "Ah,Vah" çekeceğimize kişiliğimize, kimliğimize, özgürlüğümüze sahip çıkmalıyız.
Geçtiğimiz hafta "Anavatan-Yavruvatan, gelen Türk giden Türk" politikasıyla uyutulmuş, maaşa ve yardımlara bağlanmış halktan yine "Ah-Vah!" sesleri yükseldi. Kimin nasırına basıldı, kim öldürüldü, kaç bıçak darbesi yedi, diye günlük toplumsal dedikodu altında merağımızı gidermeye çalışırken, bir de ne görelim bir şehit kızını kaçırmışlar, tecavüz edip kaçmışlar. Herkes işini gücünü bıraktı "F" adlı şehit kızının Filiz mi, Fidanı mı, Feride mi, Meriha mı, Fatma mı, Fatoş mu, Firdevs mi olduğunu öğrenmeye koyuldu. Herkesin merağı nasıl oldu, kim yaptı, nasıl yaptı?
- Böyle şey olur mu?
- Olur, daha da olacak!
- Böyle şey yapılır mı?
- Yapılır, daha da beteri yapılacak!
Eğer kimliği, kişiliği, her şeyi elinden alınmış bir toplum durumuna düşmüşsek ve hiçbir tepki gösterememişsek, vatansever solcuları, aydınları, yazarları, öğretmenleri, sendika yöneticilerini, işçileri hain gözlerle görmüşsek, seçimlerde oyumuzu yanlış politikacılara vermişsek, başımıza her şey gelecektir. Boyun eğdiğimiz, sindiğimiz sürece eriyip yok olmamız açınılmazdır. "Anavatan-Yavruvatan" söyleminin cazibesine pek kapılmayınız.
Yavru elden gitmiştir, ortada artık Ana vardır.
Ana bu, döver de, sever de!
Şehit kızına tecavüz edenlere, çok şükür henüz nesli tükenmemiş olan Yargıç ne demiş:
"KKTC Dingo'nun Hanı değildir...
Sizin yüzünüzden bu toplum rüyasında bile görmediği suçları ve çirkinlikleri görmeye başladı..."
Gerçek şu ki, malesef KKTC Dingo'nun Hanından daha beterdir.
Bu handa A'dan Z'ye her şey değişmiştir. Değişmeyen saf kalan yalnız yargıçlardır, savcılardır, avukatlardır. Çok yakın gelecekte onlarda Anavatanlaştırılacaklardır. Ve böyle gerçeği dile getiren İlker Sertbay gibi nesli nadir bulunan yargıçların yerini "Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin" diyen yargıçlar olacaktır.
sopa ve sıpa
"Anavatan-Yavruvatan" politikasından vazgeçmeliyiz. Bu politikanın ruhunda acındırma vardır, acizlik vardır, sızlanma vardır, dilenme vardır, tembellik vardır, kolaycılık vardır, hazırlopçuluk vardır. Ananın memesindeki sütü, emme basma, tulumba gibi emerek sömürme vardır, muhtaçlık vardır, boyun eğme vardır, şamar vardır, tokat vardır, tekme vardır, baskı vardır, sopa vardır, ama kişilik, kimlik, gurur, onur yoktur.
İnsan Anavatan-Yavruvatan politikasına yattı mı politika, siyaset üretemez, kültürü de yok olur, toplumsal yapısı da, kendine özgü yasaları, kuralları, tüzükleri giderek yok olur, Anavatan hukukuna teslim olur. Köylüsünden askerine, manavından memuruna, öğrencisinden öğretmenine, polisinden aşçısına, bakkalından bankacısına, makinistinden işçisine, hacısından hocasına gazetecisinden gazetesine, adi suçlusundan mali suçlusuna devletin yapısı değişir.
Devlet dediğin kuruluşun başı dik olur. Siyasal ve bağımsız erk sahibi olan halkı, nüfusu, başkanı, hükümeti, meclisi, kurum ve kuruluşları olur. Dış denetlemelere, baskılara, dayatmalara bağlı olmaz. Devlet Başkanı, kendi devletini temsil eder. Devlet Adamı, kendi yönetimi altında örgütlenmiş halkına karşı sorumluluk duyar. Ülkesinin değerlerini koruru, üretimini başkalarına teslim etmez, tüketici durumuna düşürmez. İnsanını yoksullaştırmaz, göçe zorlamaz, nüfusunu eritmez, gelen Türk, giden Türk demez. Halkına değer verir, halkına saygı duyar halkını yüceltmeye çalışır, ezdirmek için politika üretip koltuk işgal etmez. Bir devlet Başkanı, bir Devlet Adamı Anavatan-Yavruvatan politikasına yattı mı, elini de kaybeder kolunu da.
Çok sürmez boynunu da kaybeder, ne devleti kalır, ne cemaati, ülkesini kaymakamlar, valiler yönetir, han kapısına dönmüş yavruvatanın her köşesinden Ahlar Vahlar baykuş sesi gibi acı acı yükselir.
Anavatan-Yavruvatan politikası, gelen Türk giden Türk, ölen Türk, öldüren Türk politikasını doğurmuştur. Bu politikanın altında ezilen halk sesini çıkaramaz, özgürlüğünü, bağımsızlığını, kimliğini, kişiliğini göremez olmuştur. Şairler bile Anavatan edebiyatı içinde eriyip gitme zaafına düşmüşlerdir. Dikkat edilirse "Ah, vah" sesleri hep adi suçlar, hırsızlıklar, soygunlar, kaçakcılıklar, tecavüzler, cinayetler arttıkca yükseliyor. Devlet yok olmuş, nüfus eriyip gitmiş, değişime uğramış kimse ağzını açıp "Ahvah" etmiyor. Bir hırsızlık, bir tecavüz, bir soygun, bir cinayet olayı karşısında çıkartılan "Ah-Vah!" seslerinin güncel olaylara tepki niteliği dışında bir etkisi olamaz. Bu adi olaylar karşısında "Ah,Vah" çekeceğimize kişiliğimize, kimliğimize, özgürlüğümüze sahip çıkmalıyız.
Geçtiğimiz hafta "Anavatan-Yavruvatan, gelen Türk giden Türk" politikasıyla uyutulmuş, maaşa ve yardımlara bağlanmış halktan yine "Ah-Vah!" sesleri yükseldi. Kimin nasırına basıldı, kim öldürüldü, kaç bıçak darbesi yedi, diye günlük toplumsal dedikodu altında merağımızı gidermeye çalışırken, bir de ne görelim bir şehit kızını kaçırmışlar, tecavüz edip kaçmışlar. Herkes işini gücünü bıraktı "F" adlı şehit kızının Filiz mi, Fidanı mı, Feride mi, Meriha mı, Fatma mı, Fatoş mu, Firdevs mi olduğunu öğrenmeye koyuldu. Herkesin merağı nasıl oldu, kim yaptı, nasıl yaptı?
- Böyle şey olur mu?
- Olur, daha da olacak!
- Böyle şey yapılır mı?
- Yapılır, daha da beteri yapılacak!
Eğer kimliği, kişiliği, her şeyi elinden alınmış bir toplum durumuna düşmüşsek ve hiçbir tepki gösterememişsek, vatansever solcuları, aydınları, yazarları, öğretmenleri, sendika yöneticilerini, işçileri hain gözlerle görmüşsek, seçimlerde oyumuzu yanlış politikacılara vermişsek, başımıza her şey gelecektir. Boyun eğdiğimiz, sindiğimiz sürece eriyip yok olmamız açınılmazdır. "Anavatan-Yavruvatan" söyleminin cazibesine pek kapılmayınız.
Yavru elden gitmiştir, ortada artık Ana vardır.
Ana bu, döver de, sever de!
Şehit kızına tecavüz edenlere, çok şükür henüz nesli tükenmemiş olan Yargıç ne demiş:
"KKTC Dingo'nun Hanı değildir...
Sizin yüzünüzden bu toplum rüyasında bile görmediği suçları ve çirkinlikleri görmeye başladı..."
Gerçek şu ki, malesef KKTC Dingo'nun Hanından daha beterdir.
Bu handa A'dan Z'ye her şey değişmiştir. Değişmeyen saf kalan yalnız yargıçlardır, savcılardır, avukatlardır. Çok yakın gelecekte onlarda Anavatanlaştırılacaklardır. Ve böyle gerçeği dile getiren İlker Sertbay gibi nesli nadir bulunan yargıçların yerini "Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin" diyen yargıçlar olacaktır.
Türkiye derin devletinin suikastına kurban giden aydın. öldürülmesinin ardından ailesi de rahat bırakılmadı. huzurları kaçırıldı. eşi ilkay adalı avrupa insan hakları mahkemesi'nde açtığı davayı kazanarak kutlu adalı cinayeti hakkında etkili soruşturma yaptırmadığı için türkiye'yi mahkum ettirdi.
şair, yazar, gazeteci.
Kutlu Adalı, 3 Ocak 1935 tarihinde, Ömer Bey ile Şerife Hanım'ın oğlu olarak Lefkoşa'da doğdu. Babasının mesleği kasaplıktı. İngiliz idaresinin Türkleri Kıbrıs'tan gönderme siyaseti çerçevesinde İngiltere veya Türkiye'ye gitme hakkı verilen ailesi, seçimini Türkiye'den yana yaptı ve 1938 yılında Antalya'ya göç etti. Kutlu Adalı; ilk, orta ve lise eğitimini Antalya'da sürdürdü. Antalya Lisesinde okurken arkadaşlarından biri ileriki yıllarda hukukçu ve siyasetçi olarak tanınacak olan Deniz Baykal idi. Bu dostluk ileriki yıllarda da devam etti. Kutlu Adalı, genç yaşta Anadolu'nun her yerini dolaştı. Özellikle Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinden çok etkilendi ve Kağnı Yolu adlı eserini yazdı. 1954'te Kıbrıs'a kesin dönüş yaptı. 1958-61 yılları arasında Gençlik, Beşparmak ve Uyan dergilerini çıkaran Kutlu Adalı, ayrıca Beşparmak yayınevini kurdu. Nacak gazetesinin yazı işlerini yönetti. 1960-72 yılları arasında Türk Cemaat Meclisi Başkanlığı'nda özel kalem müdürlüğü görevini sürdürdü. 1972'den 1974'e kadar Bayrak Radyosu'nda denetleme kurulu üyeliğinde bulundu. 1974'te Kayıt ve Nüfus Dairesi Müdürlüğü'ne getirildi. 1985'te buradan emekli oldu. kamu görevlisi iken kıbrıs'taki köyleri dolaşmış, köy raporları yazmıştır. tüm bu tecrübelerini 1963 yılında yayınlanan dağarcık adlı kitapta toplamıştır. kutlu adalı, kıbrıs'ın bölünmesine karşı çıkarak barış, demokrasi ve kıbrıslılık bilinci konularında yazılar yazdı. 1985-1996 arasındaki yaklaşık on yılını ağırlıklı olarak Söz, Ortam, Yeni Düzen ve Kıbrıs Postası gazetelerinde eleştirel köşe yazıları yazarak geçirdi. söyleşi, çirkin politikacı puf, hayvanistan, sancılı toplum, köprü, şago, nasrettin hoca ve kıbrıs yayımladığı diğer kitaplardır.
Kutlu Adalı, 6 Temmuz 1996 gecesi evinin önünde vurularak katledildi. Ölümü kayıtlara "faili meçhul" olarak geçti. Vefatı üzerine ailesi tarafından "Kutlu Adalı Vakfı" kuruldu. Vakfın ilk yayını, Kutlu-İlkay Adalı'nın şiirlerinden oluşan Gideyim Buralardan Diyorum adlı kitap oldu. Eserlerinin büyük bir kısmı yayımlanmayı beklemektedir. Yaklaşık 36.000 kitaptan oluşan kütüphanesi, ailesi tarafından yakındoğu Üniversitesine bağışlandı. Üniversite kütüphanesi içinde "Kutlu Adalı Bölümü" oluşturuldu. Sağlığında ve vefatından sonra çok sayıda ödül aldı. Bunlardan bazıları; Altın Muflon Gazetecilik Ödülü, Necati Özkan Makale Ödülü'dür.
1961 yılında İlkay Hanım'la evlendi. Adalı ailesinin, İl ve Kut adlarında iki kızı ile Er adını verdikleri bir oğulları oldu. İlkay Adalı da şair ve yazar kimliğiyle tanınan biridir ve hâlen Lefkoşa'da eşinin vurulduğu ve sonradan adının verildiği Kutlu Adalı Sokak'ta yaşamaktadır
Kutlu Adalı, 3 Ocak 1935 tarihinde, Ömer Bey ile Şerife Hanım'ın oğlu olarak Lefkoşa'da doğdu. Babasının mesleği kasaplıktı. İngiliz idaresinin Türkleri Kıbrıs'tan gönderme siyaseti çerçevesinde İngiltere veya Türkiye'ye gitme hakkı verilen ailesi, seçimini Türkiye'den yana yaptı ve 1938 yılında Antalya'ya göç etti. Kutlu Adalı; ilk, orta ve lise eğitimini Antalya'da sürdürdü. Antalya Lisesinde okurken arkadaşlarından biri ileriki yıllarda hukukçu ve siyasetçi olarak tanınacak olan Deniz Baykal idi. Bu dostluk ileriki yıllarda da devam etti. Kutlu Adalı, genç yaşta Anadolu'nun her yerini dolaştı. Özellikle Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinden çok etkilendi ve Kağnı Yolu adlı eserini yazdı. 1954'te Kıbrıs'a kesin dönüş yaptı. 1958-61 yılları arasında Gençlik, Beşparmak ve Uyan dergilerini çıkaran Kutlu Adalı, ayrıca Beşparmak yayınevini kurdu. Nacak gazetesinin yazı işlerini yönetti. 1960-72 yılları arasında Türk Cemaat Meclisi Başkanlığı'nda özel kalem müdürlüğü görevini sürdürdü. 1972'den 1974'e kadar Bayrak Radyosu'nda denetleme kurulu üyeliğinde bulundu. 1974'te Kayıt ve Nüfus Dairesi Müdürlüğü'ne getirildi. 1985'te buradan emekli oldu. kamu görevlisi iken kıbrıs'taki köyleri dolaşmış, köy raporları yazmıştır. tüm bu tecrübelerini 1963 yılında yayınlanan dağarcık adlı kitapta toplamıştır. kutlu adalı, kıbrıs'ın bölünmesine karşı çıkarak barış, demokrasi ve kıbrıslılık bilinci konularında yazılar yazdı. 1985-1996 arasındaki yaklaşık on yılını ağırlıklı olarak Söz, Ortam, Yeni Düzen ve Kıbrıs Postası gazetelerinde eleştirel köşe yazıları yazarak geçirdi. söyleşi, çirkin politikacı puf, hayvanistan, sancılı toplum, köprü, şago, nasrettin hoca ve kıbrıs yayımladığı diğer kitaplardır.
Kutlu Adalı, 6 Temmuz 1996 gecesi evinin önünde vurularak katledildi. Ölümü kayıtlara "faili meçhul" olarak geçti. Vefatı üzerine ailesi tarafından "Kutlu Adalı Vakfı" kuruldu. Vakfın ilk yayını, Kutlu-İlkay Adalı'nın şiirlerinden oluşan Gideyim Buralardan Diyorum adlı kitap oldu. Eserlerinin büyük bir kısmı yayımlanmayı beklemektedir. Yaklaşık 36.000 kitaptan oluşan kütüphanesi, ailesi tarafından yakındoğu Üniversitesine bağışlandı. Üniversite kütüphanesi içinde "Kutlu Adalı Bölümü" oluşturuldu. Sağlığında ve vefatından sonra çok sayıda ödül aldı. Bunlardan bazıları; Altın Muflon Gazetecilik Ödülü, Necati Özkan Makale Ödülü'dür.
1961 yılında İlkay Hanım'la evlendi. Adalı ailesinin, İl ve Kut adlarında iki kızı ile Er adını verdikleri bir oğulları oldu. İlkay Adalı da şair ve yazar kimliğiyle tanınan biridir ve hâlen Lefkoşa'da eşinin vurulduğu ve sonradan adının verildiği Kutlu Adalı Sokak'ta yaşamaktadır
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?